ADMİNİSTRATÖR
ADMİNİSTRATÖR
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 25/11/08
Mesaj Sayısı : 746
Nerden : UZAKLARDAN
|
Konu: S Paz Ocak 04, 2009 4:37 pm |
|
|
Saat bu saat: Ele geçen fırsatı kullanmanın tam zamanı, en iyi, en elverişli an bu andır.
Saati saatine uymamak: Bir kimsenin durumu, huyu sık sık değişir olmak."Ona güvenemem, çünkü saati saatine uymaz."
Sabaha çıkamamak: Sabahtan önce ölmek, sabaha kadar yaşayamamak."Hastanın durumu ağır, sabaha çıkacağını sanmıyorum."
Sabahı etmek (veya bulmak): Sabahlamak, bir sebeple sabaha kadar uyumamak, bir konu ile uğraşmak."Köye varmamız sabahı bulacak." Sabahın köründe: Çok erken, ortalık henüz ağarmadan, sabahın en erken vaktinde."Sabahın köründen beri yoldayız." Sabır taşı: Çok sabırlı kimse, türlü sıkıntılara katlanan."Ben sabır taşı mıyım?" Sabrı taşmak: Katlanamaz, dayanamaz, sabredemez olmak; tahammül gücü kalmamak."Sabrımı taşırmadan çekip gidin buradan." Saç ağartmak: Bir işte uzun zaman çalışıp emek vermiş olmak. Saçı bitmedik (yetim): Doğalı çok olmamış, henüz yeni doğmuş çocuk (yetim)."Bu parada, saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır." Saçına ak düşmek: Yaşlanmak, ihtiyarlamaya başlamak."Bizim de saçımıza ak düştü." Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşına yakışmayacak biçimde davranan kimseler için kullanılır. Saçını başını yolmak: 1. Birini çok fazla dövüp hırpalamak. 2. Çok üzülmek, üzüntüsünden dövünmek."Sinirinden saçını başını yolmaya başladı." Saçını süpürge etmek: (Kadın) çok büyük istekle çalışıp hizmet etmek, özveri ile birileri uğrana çalışmak."Sizi okutabilmek için saçımı süpürge ettim." Saç saça baş başa: (Kadınlar) kıyasıya kavgaya tutuşmak, birbirlerini hırpalayarak kapışıp dövüşmek. Saç sakal birbirlerine kırışmak: Üstü başı perişan, uzun süre saç ve sakal tıraşı olmamış, kendine çeki düzen vermemiş olmak."Onu, saç sakal birbirine karışmış görünce bayağı canım sıkıldı." Safra bastırmak: Açlığını yatıştırmak için az miktarda yemek yemek. Sağa sola bakmamak: Ortalığı kollamak, çevresi ile ilgilenmemek."Sağa sola bakmadan yürüyordu." Sağ gözünü sol gözünden sakınmak: Çok kıskanmak, üzerine titremek. Sağır sultan bile duydu: İşitmedik kimse kalmadı, hemen herkes işitti, duymayan kalmadı."Haklarında çıkan dedikoduyu sağır sultan bile duydu ama siz duymadınız öyle mi?" Sağı solu (belli) olmamak: Bir durum karşısında nasıl davranacağı, ne tavır takınacağı belli olmamak."Dikkatli olun, onun sağı solu belli olmaz." Sağlam kazığa bağlamak: Bir işin aksamadan yürümesini sağlayacak önlemleri alarak güvenilir bir duruma koymak. Sağlam ayakkabı değil: Doğruluğuna, namusluluğuna güvenilmez; kişiliği kuşku veren."O mu? Hiç de sağlam ayakkabı değil." Sağlık olsun: "Bir zarara uğradık ama önemli değil, üzülmeye değmez, canımız sağ olsun, kapatırız" anlamında kullanılır. Sağmal inek: Kendisinden durmadan çıkar sağlanan, sömürülen, istismar edilen kimse. Sahip çıkmak: 1. Birini ilgilenip korumak. 2. Bir şeyin kendisine ait olduğunu söylemek."Şu kimsesize sahip çıkalım." Sakalı ele vermek: Başkasının sözünden çıkmayacak bir duruma düşmek, birinin idaresine girmek. Sakız gibi yapışmak: Peşini bırakmamak, ayrılmamak, istediğini yaptırmaya çalışmak."Sakız gibi yapıştı yakama, bırakmıyor ki gideyim!" Salkım saçak: Dağınık, düzensiz bir durumda; parçası bir yana ayrılmış. Sallantıda kalmak: Bir çözüme bağlanamamak, nasıl olacağı bilinmeden öylece kalmak."İşler sallantıda kaldı; bu, bizi biraz düşündürüyor." Saltanat sürmek: 1. Bolluk, verimlilik içinde yaşamak. 2. Hükümdarlık etmek."Üzülme, saltanatı çok sürmeyecek." Saman altından su yürütmek: Hiç kimseye sezdirmeden iş çevirmek, ortalığı birbirine karıştırmak."Saman altından su yürütenleri hiç sevmem." Saman gibi: Tatsız, yavan. Sapı silik: Serseri, başı boş, kişiliksiz. Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Kim olduğu, nerede oturduğu bilinmeyen kimse. Sarmaş dolaş olmak: Birbirine sarılıp kucaklaşmak, birbirini iyice kucaklamak."Anne oğul sarmaş dolaş oldular meydanda." Sarpa sarmak: Bir iş, çözülmesi çok güç bir durum almak; zorluklar belirmek."İşler iyice sarpa sardı, nasıl kurtulacağız bundan." Satıp savmak: Eldeki malı veya eşyaları yok pahasına satmak, ucuza satıp tüketmek."Ne varsa satıp savacak, öyle gelecek." Sayıp dökmek: Ne var ne yok hepsini söylemek, arka arkaya sıralamak."Ne sözler sayıp döktü ama kimse anlamadı." Sebil etmek: Bolca vermek, dağıtmak. Sedyelik olmak: Ayakta duramayacak hâle gelmek."Adam bir vuruşta sedyelik oldu." Seferber olmak: Bir işe eldeki tüm imkânları kullanarak girişmek."Yanan evi söndürmek için herkes seferber oldu." Selâmı sabahı kesmek: Dostluğu, arkadaşlığı, ahbaplığı kesmek, her türlü ilişkiye son vermek; selâmına bile karşılık vermemek."Onunla selâmı sabahı kesmişsin diyorlar, doğru mu?" Selâm verip borçlu çıkmak: Küçük bir ilgi göstermek karşılığında hemen kendisine bir iş yüklenilmek. Senet vermek: 1. Yazılı, imzalı belge vermek. 2. "Bu işin böyle olduğuna inanmanı istiyorum" anlamında kullanılır. Sen giderken ben geliyordum: "Ben bu oyunları senden daha iyi bilirim, ben daha tecrübeliyim, beni aldatamazsın." anlamında kullanılır. Seninki (tatlı) can da benim ki (elinki) patlıcan mı?: "Senin canın kıymetli de benimki kıymetli değil mi?" anlamında kullanılır. Senli benli olmak: Çok samimi, içten, teklifsiz biçimde olmak."O kadar senli benli olma yabancılarla." Sen sağ ben selâmet: İş sonuçlandı, artık yapacak bir şey kalmadı."Nihayet bütün mallar satıldı, bundan sonra sen sağ ben selâmet." Sepet havası çalmak: Birini işten çıkarmak, yol vermek, yanından uzaklaştırmak."Demek bize de sepet havası çalacakmış, görürüz bakalım!" Sere serpe: Rahatça, sıkışık olmayarak, açılıp saçılarak, çekinmeden, serbestçe."Yolda sere serpe yürürken korkunç bir ses duydum." Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yiyip bitirmek, işini ve parasını kaybetmek, batırmak."Desene sermayeyi kediye yüklemişsin sen!" Ser verip sır vermemek: Dürüst, güvenilir, ağzı sıkı olmak; ne kadar zorlanırsa zorlansın kimseye sırrını söylememek."Bu ordunun ser verip sır vermeyen yiğitlere ihtiyacı vardır." Ses çıkarmamak: 1. İtiraz etmemek, hoş görerek karşı çıkmamak. 2. Hiç konuşmamak, susmak."Kendisine söylenen o kötü sözlere nasıl ses çıkarmadı şaşıyorum." Sesini kesmek: 1. Söylemekte iken susmak, bir şey söylemez olmak. 2. Bir kişiyi söylerken susturmak, artık söyletmemek."Şunun sesini kesin, yoksa çıldıracağım!" Ses seda çıkmamak: 1. Hiçbir tepki görülmemek. 2. Haber çıkmamak."Ses seda çıkmadı hiçbir komşudan." Ses vermemek: 1. Herhangi bir sesi çıkarmamak. 2. Bir çağrıya kulak vermemek."Adam evdeydi ama hiç ses vermedi." Seyirci kalmak: Bir olay karşısında hiç tepki göstermemek, işe karışmamak."Öğrencilerin birbirine girmesine polis seyirci kalamazdı." Sıcağı sıcağına: Hemen, olayın üzerinden fazla zaman geçmeden, unutulmadan."Sıcağı sıcağına gidip onları barıştırmayı düşündü." Sıcak kanlı: Sevimli, cana yakın, sempatik."Ne kadar sıcak kanlı bir çocuk." Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak."Biraz sıcak yüz gösterseydin günaha mı girerdin?" Sıdkı sıyrılmak: Birinden soğumuş olmak, tiksinmek."Bir kez sıdkım sıyrıldı o adamdan." Sıfıra sıfır, elde var sıfır: "Hiçbir şey elde edemedik, bütün çalışmalar boşa gitti" anlamında kullanılır. Sıfırı tüketmek: 1. Elinde avucunda bir şey kalmamak, malı ve parayı bitirmek. 2. Gücü kalmamak."Bu kadar düşüncesiz davranmasaydı sıfırı tüketmezdi." Sık boğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini zorlamak, baskı altına almak."Tamam yapacağız, sık boğaz edip durmayın." Sıkı durmak: Güçlü, dayanıklı olmak; güçlü görünerek dikkatli bulunmak."Sıkı dur, şut çekeceğim." Sıkı fıkı: Çok samimi, birbirine çok bağlı, içten ve teklifsiz."Onlar kadar sıkı fıkı insan görmedim." Sıkıntı basmak: Çok daralmak, sıkılmak, can sıkıntısı duymak, ruhen boşlukta olmak."Otobüste beni bir sıkıntı bastı, dokunsalar patlayacaktım hani!" Sıkıntı çekmek: 1. Zorluk, darlık ya da yoksulluk içinde yaşamak. 2. Ruhen tedirginlik duymak."Hiç sıkıntı çekmedim desem yalan olur." Sıkıntıya gelememek: Kendini dara düşürücü işlere dayanıklı olamamak, bu işleri yapma yeteneği bulunmamak. Sıkı tutmak: Önem vermek."İşleri sıkı tutmazsan böyle olur işte." Sır küpü: Çok şey bilen, çok şey bildiği hâlde kimseye söylemeyen. Sır olmak: Aklın eremeyeceği biçimde ortadan kaybolmak. Sırra kadem basmak: Bir kimse ortalıktan yok olmak."Sırra kadem bastı adam!" Sırım gibi: İnce yapılı olmasına mukabil güçlü, dayanıklı."Sırım gibi delikanlı olmuş." Sırtı kaşınmak: Söz ve davranışları ile dayak yemeyi hak etmiş bulunmak. Sırtından geçinmek: Asalak yaşamak, birinin kesesinden sağlamak."Yeter artık onun bunun sırtından geçindiğin, biraz da sen çalış çabala!" Sırtını dayamak: 1. Güçlü bir yere veya birine güvenmek. 2. Bir yere dayanmak ya da yaslanmak."Sırtını babasına dayamış atıp tutuyor, her dilediğini yapıyor." Sırtını yere getirmek: 1. Üstün gelmek. 2. Güreşte rakibi sırt üstü yere yatırarak yenmek."Onun sırtını kimse kolay kolay yere getiremez." Sıygaya çekmek: Sorgulamak, yapıp ettiklerinin hesabını sormak. Sil baştan: Yapılan işi beğenmeyerek yeniden yapmak. Silip süpürmek: 1. Ortada ne varsa hepsini yemek. 2. Hepsini alıp götürmek, yok etmek. 3. Ortalığı temizlemek."Evi çarçabuk silip süpürdüm." Sinek avlamak: Satış yapamamak, iş ve müşteri olmadığından boş oturmak, iş yapamaz olmak."Sabahtan beri sinek avlayıp duruyoruz." Sinekten yağ çıkarmak: Hemen her şeyden, olmayacak şeyden bile çıkar sağlamaya çalışmak; yarar ummak."Öyle açıkgözdü ki sinekten bile yağ çıkarırdı." Sineye çekmek: Bir zarara, hoş olmayan bir duruma, bir kötü söz veya davranışa ister istemez katlanmak."Uzun yıllar kocasının geçimsizliğini, kabalığını sineye çekti; durdu." Sinirleri alt üst olmak: Haddinden fazla sinirlenmek; ne yapacağını şaşırmak, bilememek. Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak. Sinirleri yatışmak: Öfkesi veya kızgınlığı geçmek, sakinleşmek."Çok şükür öfkesi yatıştı, şimdi konuşabilirsiniz." Sinirlerini bozmak: Kızdırmak, öfkelendirmek. Sinirleri gergin olmak: En ufak bir olay çıktığı anda tepki gösterecek kadar sinirleri bozuk olmak."Sinirleri çok gergin, üstüne varmayın." Sipsivri kalmak: Tek başına, çaresiz ortada kalmak."Sipsivri kalakalmıştım, ne yapacağımı bilmiyordum." Sivri akıllı: Kimsenin aklını beğenmeyen, düşünceleri kimseninkine benzemeyen, acayip fikirleri olan."Hangi sivri akıllıya uydunuz da böyle yaptınız!" Soğuk almak: Üşüyüp hastalanmak."Soğuk almışım, öksürüp duruyorum." Soğuk duş etkisi yapmak: Ansızın bildirilen tatsız bir haber karşısında olumsuz bir tepki göstermek. Soğuk kanlı: Serin kanlı, kolayca kızmayan, heyecana kapılmayan, telâş etmeyen."Helâl olsun, ne soğuk kanlı davrandı." Soğuk nevale: Sevimsiz, söz ve davranışları sıcak olmayan, insanlardan uzak duran kimse. Sokağa düşmek: 1. Bir şey çoğalıp değerini yitirmek. 2. Kötü yola sapmak."Kimsesiz olduğu için itilip kakıldı, sonunda sokağa düştü zavallı." Sokak süpürgesi: Evinde oturmayıp çok gezen, sürtük kadın. Solda sıfır: "Hiçbir değeri ve önemi yok" anlamında kullanılır."Senin yaptığın iş benimkinin yanında solda sıfır kalır." Soluğu kesilmek: Nefes alamaz olmak, gücü tükenmek."Bu yokuş soluğumuzu keseceğe benziyor." Soluk aldırmamak: Çok sıkı çalıştırmak, dinlenmesine fırsat vermemek. Soluk soluğa: Zor nefes alarak; heyecan, telâş, yorgunluk veya bitkinlikle; koşmaktan güçlükle, sık sık soluyarak."Soluk soluğa içeri girdi." Son kozunu oynamak: Elindeki son imkânı kullanmak, son çareye başvurmak. |
|