ADMİNİSTRATÖR
ADMİNİSTRATÖR
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 25/11/08
Mesaj Sayısı : 746
Nerden : UZAKLARDAN
|
Konu: Ş Paz Ocak 04, 2009 4:38 pm |
|
|
Şad olmak: Sevinmek, mutlu olmak."Seni gördük, şad olduk." Şafak atmak: Aniden önemli bir durumla karşı karşıya kaldığını anlamak, bu sebeple tedirgin olmak."Onu yanımdan kovunca bende şafak attı." Şafak sökmek: Güneşin doğmaya başlamasıyla gece karınlığının yavaş yavaş kaybolup ortalık aydınlanmaya başlamak."Şafak sökmeye başlayınca yola çıkmaya karar verdiler." Şaha kalkmak: 1. Atın ön ayaklarını yerden kesip arka ayakları üstünde yerde durması. 2. Coşmak, kükremek, baş kaldırmak."Azgın at şaha kalkarak binicisini sırtından yere attı." Şaka gibi gelmek: Bir türlü inanamamak."Bütün olup bitenler şaka gibi geliyordu onlara." Şaka götürmemek: 1. Şakadan hoşlanmamak. 2. Bir iş ya da durum dikkatsizliğe, önemsenmemeye gelmemek."Bu iş şaka götürmez beyler, dikkat edin!" Şaka kaldırmak: Kendisine yapılan şakalara katlanmak, dayanmak. Şaka maka (derken): "Ciddiye almıyor, ağırlığını duymuyor, gerektiği gibi önemsemiyorduk ama sonunda gerçekten önem vermemiz gerektiği ortaya çıktı" anlamında kullanılır. Şakası yok: 1. Tehlikeli. 2. (O) hatır gönül tanımaz, gerekeni yapar, ciddi bakar olaya."Şakası yok bu adamın, hemen buradan gidelim." Şakaya getirmek: 1. Oldukça önemli, ciddi bir şeyi açıktan söylemeyip şaka yollu söylemek. 2. Önemli bir meseleyi şaka yaparak geçiştirmek."İşi şakaya getirip unutturmaya kalkma emi!" Şakaya vurmak: Ciddî bir söz ve davranışı şaka yoluyla geçiştirmek. Şamar oğlanı: Herkesin hıncını aldığı, dövdüğü, çattığı, söylendiği kimse."Yeter artık, şamar oğlanı olmaktan kurtar kendini!" Şamata koparmak: Gürültü, patırtı yapmak. Şapa oturmak: Güç bir duruma düşmek, çıkmaza girmek."Şimdi şapa oturduk işte, yardım alacak kimse de yok ortalıkta." Şart koşmak: Bir işin yapılmasını önceden bir şarta bağlamak."Para almadan, vermeyeceğini şart koş ona." Şeref vermek: Onurlandırmak, yapıp ettikleriyle övünç kaynağı olmak. Şerefini korumak: Onurunu, kişiliğini gözetmek. Şeşi beş görmek: Yanlış görmek, görüşünde aldanmak."Şeşi beş gördüm her hâlde." Şeyhin kerameti kendinden menkul: Çok büyük işler yaptığını belirtiyor ama bunu doğrulayacak ne kanıt ne de kimse var ortalıkta. Şeytana uymak: Dinin emirleri dışına çıkmak, haram olan işlere bulaşmak, doğru yoldan ayrılmak."Şeytana uyup da tekrar kumara başlayacak diye korkuyorum." Şeytan diyor ki!: "İçimden şu kötü işi yap, doğru yoldan ayrıl eğilimi geçip duruyor" anlamında kullanılır."Şeytan diyor ki git şunu bir güzel döv." Şeytan dürtmek: Durup dururken uygunsuz, kötü bir davranışta bulunmak."Güzel güzel oynarken arkadaşına vurup kaçtı, şeytan dürttü her hâlde." Şeytan görsün yüzünü: "Onunla hiç görüşmek, bir arada bulunmak istemiyorum" anlamında kullanılır. Şeytanın art bacağı: Çok afacan ve yaramaz (çocuk). Şeytanın ayağını kırmak: 1. Aksiliği, uğursuzluğu yenmek. 2. Herhangi bir sebepten ötürü yapamadığı bir şey yapmak."Haydi, şu şeytanın bacağını kır da bize gel." Şeytan kulağına kurşun: İyi bir durumdan, işten gidişten söz ederken "Aman nazar değmesin, Allah kötülerin şerrinden korusun, şeytandan uzak bulundursun." anlamında kullanılır. Şeytanın yattığı yeri bilmek: Çok kurnaz ve açıkgöz olmak; bilinmesi, hatırlanması güç şeyleri bilmek; pek çok şeyden haberdar olmak."O ne tilkidir bilemezsin, şeytanın yattığı yeri bile bilir." Şıp diye geçmek: Ansızın, birdenbire geçmek. Şifayı bulmak (veya kapmak): Hastalanmak."Burnum akıyor, yine şifayı kapacağız desene." Şimdiden tezi yok: Hemen, hiç durmadan, hiç vakit kaybetmeden."Şimdiden tezi yok, ne yapılacaksa yapılmalıdır." Şimşekleri üzerine çekmek: Söz ve davranışlarıyla çevresindekileri kızdırmak; rahatsız etmek; sert eleştirilerine, saldırılarına hedef ve neden olmak."Boşu boşuna şimşekleri üzerine çektin." Şirazesinden çıkmak: Bozulmak, çığırından çıkmak, düzenini yitirmek. Şom ağızlı: Hemen her olayı kötüye yoran, kötü şeyler olacağını söyleyen, ileri sürdüğü ihtimallerin gerçekleşmesinden korkulan kimse."Milleti korkutup durma, kapa şu şom ağzını da rahatlayalım." Şöyle bir: Üstünkörü, gelişigüzel, üzerinde durmayarak."Şöyle bir baktım vitrindeki elbiselere" Şöyle böyle: 1. Ne iyi ne kötü, orta derecede. 2. Hemen hemen, aşağı yukarı, yaklaşık olarak."Şöyle böyle üç yıl oldu onunla görüşemedik." Şundan bundan: Belli belirsiz, önemsiz şeyler."Eh işte, şundan bundan konuşup durduk." Şunu bunu bilmemek: İtiraz dinlememek, mazeret kabul etmemek, bahane istememek."Şunu bunu bilmem, yarın akşam sizi bekliyoruz." Şunun şurası: Küçümseme, azımsama, yakın bir yer belirtmek istendiğinde kullanılır."Şunun şurası on adımlık yer, gelmeyecek misin?" Şüphe kurdu: Kişinin içini kemiren, onu tedirgin eden kuşku."Onu arkadaşlarıyla birlikte gönderdim ama yine de içimi bir şüphe kurdu kemirip duruyor." |
|