ADMİNİSTRATÖR
ADMİNİSTRATÖR
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 25/11/08
Mesaj Sayısı : 746
Nerden : UZAKLARDAN
|
Konu: Z Paz Ocak 04, 2009 4:42 pm |
|
|
Zahmet çekmek: Sıkıntı, güçlük, yorgunluk ve eziyetlere katlanmak."Senin adam olman için az zahmet çekmedim ben." Zahmete sokmak: Birine sıkıntı, güçlük ve yorgunluk vermek; masraf ettirmek."Adamcağızı durup dururken zahmete sokmuşsunuz." Zaman kazanmak: Birini oyalayarak ihtiyacı olduğu zamanı mümkün olduğunca uzatmaya çalışmak. Zaman kollamak: 1. Uygun bir fırsat beklemek. 2. Bir işin sırasını beklemek."Zamanını kolla öyle gir işe, zamansız girip de rezil olma." Zaman öldürmek: Kimi şeylerle uğraşarak belli bir zamanın geçmesini sağlamak, boş şeylerle vakit geçirmek."Burda beklemekle zaman öldürüyoruz beyler." Zaman vermek: Bir iş için belli bir süre ayırmak."Bana biraz zaman verirseniz gidip onu çağırabilirim." Zaman zaman: Belli olmayan zamanlarda, ara sıra."Zaman zaman o da aramıza katılırdı." Zamane çocuğu: Eski nesile göre hayli yadırganacak davranışlarda bulunup sözler sarf eden kimse."Zamane çocuğu ne olacak." Zar tutmak: Tavla oyununda istediği sayıyı getirmek için, atmadan önce, zarlara parmaklar arasında belli bir biçim verip öyle atmak. Zart zurt etmek: Bağırıp çağırarak, yükseklerden atıp tutarak çıkışmak; kendini büyük göstererek kaba kuvvet gösterisinde bulunmak. Zar zor: 1. Güçlükle, zorla. 2. "Ucu ucuna, kıt kanaat, istenilen ölçüye ancak yaklaşabildi." anlamında kullanılır."Zar zor getirdik adamı." Zehir etmek: Bir şeyin tadını kaçırmak, iyiyken kötü duruma sokmak."Yediğim şu yemeği zehir ettiniz bana." Zehir zemberek: İnsanın içine işleyen, onurunu zedeleyen çok acı söz. Zembereği boşanmak: 1. Saatin zembereği kurulmaz duruma gelmek. 2. Kendini tutamayarak uzun uzun gülmek. Zemheri zürafası (gibi): Kışın ince elbise giyip gezenler için söylenir. Zemin hazırlamak: Bir işin gerçekleştirilmesi için uygun ortam hazırlamak, meydana getirmek. Zemzemle yıkanmış olmak: Biri, ötekine göre çok daha iyi nitelikte olmak. Zerre kadar: Hiç denecek kadar az."Onu zerre kadar sevmiyorum." Zevahiri kurtarmak: Bir işi gereği gibi değil de üstünkörü yapmak ve böylece söz gelmesini önlemek, görünüşü kurtarmak."Bu girişimimizle zevahiri kurtardık, daha ne istiyorsun?" Zeval bulmak: Son bulmak, bozulup yok olmak, çökmek. Zeval vermemek: Zarar ziyan vermemek, korumak."Allah kimseye zeval vermesin." Zevkten dört köşe olmak: Çok mutlu olduğu anlaşılmak, çok sevinip keyiflenmek ve aşırı zevk duymak."Takımı galip gelince zevkten dört köşe oldu." Zevkine varmak: Bir şeyin tadını alabilmek, çıkarmak ve duymak; inceliklerini görebilmek."O sabah, manzaranın zevkine vardık." Zevkini çıkarmak: Bir şeyin tadından, güzelliğinden olabildiğince yararlanabilmek."Gelin şu gezinin zevkini çıkaralım." Zeytinyağı gibi üste çıkmak: Bir konuda haksız olduğunu kabullenmeyerek kurnazlıkla kendini haklı ya da suçsuz çıkarmaya çalışmak. Zıddına gitmek: Karşısındakini sinirlendirmek, sinirini bozmak; bir şeyin tersine hareket etmek."Niçin devamlı benim zıddıma gidiyorsun." Zılgıt yemek: Azarlanmak, paylanmak."Senin yüzünden öğretmenden zılgıt yedik." Zınk diye durmak: Birdenbire, aniden durmak."Önümdeki adam zınk diye durunca ne yapacağımı şaşırdım." Zırnık (bile) vermemek: Az da olsa, en ufak bir şey de olsa vermemek."Ona bu mirastan zırnık bile koklatmayacağım." Zıvanadan çıkmak: 1. Çok sinirlenip öfkelenmek, taşkınca hareketlerde bulunmak. 2. Delirmek, aklını oynatmak."Biraz daha konuşup da beni zıvanadan çıkarmayın!" Zihin açıklığı: İyi, sağlıklı düşünebilme gücü."Sana Allah`tan zihin açıklığı dilerim." Zifiri karanlık: Çok karanlık."Zifiri karanlıkta yola çıktık." Zihni bulanmak (karışmak): Sağlıklı düşünemez olmak, olaylar arasındaki bağlantıyı kaybetmek, ne yapacağını şaşırmak."Bir anda zihnim bulandı, saçmalamaktan korkup konuşmayı yarıda kestim." Zihnini bulandırmak: 1. Kuşkulandırmak. 2. Düşünemez hâle getirmek. Zihnini çelmek: 1. Bir kimseyi yanıltmak. 2. Kandırıp baştan çıkarmak. Zihnini kurcalamak: Aklına takılan bir şeyi anlamaya, kavramaya çalışmak."Akşamki mesele zihnimi kurcalayıp duruyor." Zihnini oynatmak: Çıldırmak, aklını yitirip delirmek."Sen zihnini mi oynattın?" Zil takıp oynamak: Çok sevinmek. Zimmetine geçirmek: 1. Kendine mal etmek. 2. Bir hesabı birinin borcuna eklemek."Devletin onca malını zimmetine geçirmiş." Zincire vurmak: Prangaya vurmak (mahkûmu)."Bütün esirleri zincire vurup zindana atmışlardı." Zindan kesilmek: 1. Çok karanlık duruma gelmek. 2. Yaşanılan yer çok sıkıntı verici, yaşanılamayacak derecede kötü hâle gelmek. Ziyafet çekmek: Konukları yemek vererek ağırlamak."Düğünümde bir ziyafet bile çekemedim." Ziyan etmek: Yersiz, boş yere harcamak."O kadar ekmeği ziyan etmeye utanmıyor musun?" Ziyanı yok: "Önemli değil, önemi yok!" anlamında kullanılır. Ziyaret etmek: Birini görmeye, biriyle görüşmeye, bir yeri görmeye gitmek."Hastaları ziyaret etmek görevlerimiz arasındadır." Zokayı yutmak: Aldatılıp zarara sokulmak. Zora binmek: İş güçleşmek, ancak zor kullanarak halledilecek hâle gelmek."Bir yolunu bulun, sakın işi zora bindirmeyin." Zora gelmemek: Sıkıntıya ve baskıya katlanamamak, güçlüğe sabredememek."Zora gelemem ben, lütfen ısrar etmeyin!" Zorun ne?: "Ne istiyorsun, amacın ne?" anlamında kullanılır. Zoru olmak: Kendisini zorlayan bir sıkıntısı, derdi olmak."Adamın bir zoru olduğu yüzünden belliydi." Zurnanın zırt dediği yer: Yapılmakta olan işin en hassas, en önemli, en can alıcı noktası. Züğürt tesellisi: Kötü bir işte en önemli şeyi kaybettiği zaman bazı önemsiz, iyi olmayan bir yan bularak sevinmek ve kendini avutma. Zülfüyâre dokunmak: İşle ilgili olanı, hatırlı ve güçlü kimseyi veya yüksek bir makamı kimi söz ve davranışlarla gücendirmek, darılmasına yol açmak."Hayır geri duramam, zülfüyâre dokunsa da söyleyeceğim." |
|