ADMİNİSTRATÖR
ADMİNİSTRATÖR
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 25/11/08
Mesaj Sayısı : 746
Nerden : UZAKLARDAN
|
Konu: T Paz Ocak 04, 2009 4:39 pm |
|
|
Tabana kuvvet: "Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır."Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!" Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak."Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı." Tabanları yağlamak: 1. Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak. 2. Hızlıca koşarak kaçmak. Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı."Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler." Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek."Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim." Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek. Taburcu olmak: İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak."Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler." Tadı damağında kalmak: Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak."O kebabın tadı damağımda kaldı." Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak."Yemeğin tadına baktın mı?" Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak."Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha." Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak."Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa." Tadını almak: 1. Bir şeyin lezzetini almak. 2. Yaptığı işten zevk duymaya başlamak."O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz." Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak."Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım." Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak. Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak."İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı." Tahtalı köy: Mezarlık. Tahtası eksik: Aklı noksan, deli."O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!" Takım taklavat: Hepsi, parçalarıyla birlikte. Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek."Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa." Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı. Tam adamını bulmak: 1. En uygun kişiyi seçmek. 2. En uygunsuz kişiyi seçmek."Tam adamını bulmuşsunuz hani!" Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok, bomboş."Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler." Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek. Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk."O bir Tanrı misafiridir. Nasıl kalk git diyebilirim." Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek, yan çıkmak."Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?" Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak. Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak."Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk." Taş atmak: Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek. Taş attı da kolu mu yoruldu?: "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?" anlamında kullanılır. Taşa tutmak: Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak."Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular." Taş çatlasa: "Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız" anlamında kullanılır."Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez." Taş çıkartmak: Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak."Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor." Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek. Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse."Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!" Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek."Çocuk sanki taş kesilmişti." Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek."Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar." Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz."Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler." Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz."Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır." Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış. Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan. Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak."Nihayet işi tatlıya bağladık." Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak. Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek."Tavına getirip söyle." Tava gelmek: 1. Yumuşamak, kanmak. 2. Süzülecek duruma gelmek."Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi." Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak."Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum" Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme. Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır. Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen."Amma da tavşan yürekli bir adammışsın." Tazıya dönmek: 1. Oldukça zayıflamış olmak. 2. Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak. Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak."Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor." Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek. Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak."Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma." Tekbir getirmek: "Allah-ü ekber" diyerek Allah`ın adını yüceltmek. Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak."Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler." Tekin değil: 1. İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer. 2. Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse."O eski ev tekin değil diyorlar." Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak. Tel çekmek: 1. Telgraf çekmek. 2. Telle sınırlandırmak, telle çevirmek. Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek."Gelini bir güzel telleyip pulladılar." Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek. Temel atmak: 1. Bir yapının temellerini yapmaya başlamak. 2. Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek."Evin temelini yarın atacağız inşallah." Temel taşı: 1. Bir yapının temeline konan taş. 2. Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı."Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır." Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak."Ödevlerinizi temize çekin." Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak."O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!" Temiz para: 1. Kesintiden sonra elde kalan para miktarı. 2. Doğru yoldan kazanılmış para. Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek. Tencere dibin kara seninki benden kara: "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır. Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine. Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün görmek."İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün." Tepeden inme: 1. Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen. 2. Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir."Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına." Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu."Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı." Tepesi atmak: Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek."Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı." Tepesinde havan dövmek: Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek. Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek: Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak."Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü." Tepesine binmek: 1. Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak. 2. Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak."Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu." Tepesi üstü: Tepe taklak, başı yere gelmek üzere."Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü." Tepe tepe kullanmak: Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak."Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!" Terbiyesini vermek: Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek. Tercüman olmak: Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak. Ter dökmek: 1. Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek. 2. Çok terlemek."Bu işi başarmak için az ter dökmedi." Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak. Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak."Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi." Tersi dönmek: Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek. Ters tarafından kalkmak: Aksi, huysuz ve ters olmak."Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun." Ters yüz etmek: İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek."Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim." Ters yüz geri dönmek: İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek. Teselli etmek: Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak."Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim." Teselli bulmak: Avunmak. Teslim bayrağı çekmek: 1. Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak. 2. Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak."Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın." Teslim olmak: 1. Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek. 2. Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak."Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!" Teşrif etmek: Onurlandırmak, şereflendirmek. Tetikte olmak: Her an uyanık ve hazır bulunmak."Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?" Tez canlı: Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan."Bu kadar tez canlı olma!" Tez elden: Çabucak, bir an önce, çarçabuk,"Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!" Tezgâhı kurmak: İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak."Hemen tezgâhı kurup gittiler." Tezkeresini eline vermek: Kovmak, işten atmak, işine son vermek. Tıka basa doldurmak: Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak."Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır." Tıka basa yemek: Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek."Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını." Tımarhane kaçkını: Delice işler yapan kimse. Tıpış tıpış yürümek: 1. Kısa adımlarla çabuk yürümek. 2. İster istemez bir yere gitmek. Tıraş etmek: 1. (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak. 2. Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak."Yeni berber iyi tıraş yapamıyor." Tırnak göstermek: Gözdağı vermek, korkutmak. Tırpan atmak: 1. İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek. 2. Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak."Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu." Tohuma kaçmak: Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak. Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse)."Bu çocuk da tok evin aç kedisi." Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak. Tok gözlü: Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert. Tok sözlü: Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen."Rahmetli tok sözlü bir insandı." Tongaya basmak: Tuzağa düşmek."Çok kötü bastı tongaya." Top atmak: İflas etmek."Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım." Topa tutmak: 1. Bir yeri top ateşi altında bulundurmak. 2. Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek. Topun ağzında: Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak. Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için "Allah rahmet eylesin" denir. Topu topu: (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi."Topu topu beş elma almış." Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek."Kızına da hiç toz kondurmuyor." Toz olmak: Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak."Çabuk toz olun buradan." Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak."Hayatı hep toz pembe görmüştür." Tozu dumana katmak: 1. Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak. 2. Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak."Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı." Tur atmak: Dolaşmak, dolaşıp gelmek."Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin." Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek. Turp gibi: Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde."Merak etme, turp gibi o." Turşu gibi olmak: Çok yorgun, bitkin düşmek."Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı." Turşusu çıkmak: 1. Çok yorulmak. 2. İyice ezilmek, parçalanmak."Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış." Turşusunu kurmak: Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir."Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki." Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır. Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez olmak. |
|