ADMİNİSTRATÖR
ADMİNİSTRATÖR
Yaş : 32
Kayıt tarihi : 25/11/08
Mesaj Sayısı : 746
Nerden : UZAKLARDAN
|
Konu: M Paz Ocak 04, 2009 4:28 pm |
|
|
Maaşa geçmek: Aylığa geçmek, çalıştığı yerden ücret almaya başlamak."Maaşa geçtiği günün ertesinde onu işten çıkardılar." Madalyanın ters (öteki) yüzü: Olumlu bir olay, iş ya da durumun düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü. Madik atmak: Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek."Ona kolay kolay kimse madik atamaz." Mahalle karısı: Kaba, terbiyesiz, görgüsüz, kavgacı kadın. Mahalleyi ayağa kaldırmak: Bağırıp çağırarak, gürültü kopararak konu komşuyu rahatsız etmek, telâşlandırmak."Bağırıp durma öyle, mahalleyi ayağa kaldıracaksın." Mahkemelik olmak: Kavga veya anlaşmazlık sonucu mahkemeye düşmek."Bu gidişle mahkemelik olacağız galiba." Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse. Mahşer gibi: Çok kalabalık."Meydan mahşer gibiydi." Makaraları koyvermek: Kendini tutamayıp kahkahayla gülmeye başlamak, uzun uzun gülmek."Yüzükoyun çamura düşen arkadaşını görünce makaraları koy verdi." Makas almak: Birinin yanağını orta parmakla gösterme parmağı arasında sıkmak. Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile. Mal etmek: 1. Bir malı hakkı olmadığı hâlde kendisininmiş gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir değer karşılığında sahip olmak."O tarlayı kendisine mal etmesine göz yummayacağım." Malın gözü: 1. Aşağılık ve düzenci kimse. 2. İffetsiz. 3. İyi mal. Mânâ çıkarmak: Yanlış bir yargıya varmak, bir söz ya da hareketten kendine göre bir anlam çıkarmak."Öyle alıngandı ki her sözümden bir mânâ çıkarıyordu." Mânâ vermek: Kendine göre bir yargıya varmak, yorumlamak."Senin bu davranışına bir mânâ veremiyorum." Maneviyatı bozulmak: Moral gücü sarsılmak, kendine güveni yitirmek, kendini güçsüz ve dirençsiz hissetmek."Düşmanlar, toplumumuzun önce maneviyatını bozdular." Mantar gibi yerden bitmek: Birdenbire ya da kendiliğinden ortaya çıkmak."Adamlar mantar gibi yerden bitmişlerdi, bir anda etrafımızı sarıverdiler." Maraza çıkarmak: Anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak, kavgaya yol açmak. Martaval atmak: İnanılmayacak şeyler uydurmak, yalan söylemek."Amma da martaval atıyordu adam." Mart içeri pire dışarı: Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için kullanılır. Masal okumak: İnandırıcı olmayan, oyalayıcı ve avutucu sözler söylemek."Bana masal okuma, olayın gerçek yüzünü anlat." Maskara olmak: Gülünç hâllere düşmek, alay konusu olmak."Kim düşmanının maskarası olmak ister?" Maskesi düşmek: Gerçek yüzü, kimliği, niteliği ortaya çıkmak."Nihayet maskesi düştü, herkes onun ne mal olduğunu anlayacak." Masrafa girmek: Çok para harcamak."Evi yaptılar ama çok da masrafa girdiler." Masrafı çekmek: Bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak."Yarınki gezide bütün masrafları Ahmet çekecekmiş." Maşallahı var: Bir şey ya da kimsenin iyi durumda olduğunu anlatmak için kullanılır."Adamın maşallahı var, hiçbir yoksulu geri çevirmedi." Maşası olmak: Sakıncalı bir işte, biri tarafından araç olarak kullanılmak."İşverense işveren, onun maşası olamam ben!" Mat etmek: 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartışmada, karşı tarafı söz söyleyemeyecek duruma getirmek."İleri sürdüğü kanıtlar ile karşısındakileri kısa zamanda mat etti." Matrak geçmek: Alay etmek, karşısındakiyle eğlenmek, dalga geçmek."İnsanlarla matrak geçmeye bayılıyorsun." Maval okumak: Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler söylemek."Kes sesini, maval okumandan bıktım artık!" Mayası bozuk: Karaktersiz, kötü yaradılışlı, aşağılık (kişi)."Şu mayası bozuk adamın çenesini kapayın, sesini duymak istemiyorum." Maymun iştahlı: Kararsız, hevesi çabuk geçen; bugün şunu yarın ötekini beğenen."Maymun iştahlılığı yüzünden başına olmadık işler geldi." Mekik dokumak: İki yer arasında durmadan gidip gelmek."Mağaza ile ev arasında tam elli beş yıl mekik dokumuştu rahmetli." Mendil açmak: Dilenmek. Merak etmek: 1. Kaygılanmak. 2. Öğrenmek, anlamak isteği taşımak."Merak etmeye başladım, bu saate kadar gelmeliydiler." Merhabası olmak: Birisiyle selâmlaşacak kadar tanışıklığı, yakınlığı bulunmak. Merhabayı kesmek: Biriyle ilgiyi kesmek, arkadaşlığa son vermek."Onunla merhabayı keseli epey zaman olmuştu." Mesele çıkarmak: Üzüntü verecek, içinden zor çıkılacak, bir anlaşmazlığa sebep olacak bir durum oluşturmak."Haydi, bir mesele çıkarmadan çekip gidin buradan." Mesken tutmak: Yerleşmek."Yarim İstanbul`u mesken mi tuttun!" Meteliğe kurşun atmak: Parasız pulsuz kalmak, hiç parası olmamak."Dün meteliğe kurşun atıyordu, ya bugün..." Metelik vermemek: Değer vermemek, umursamamak, aldırış etmemek."Onun gibilere metelik vermem mi diyorsun?" Mevki sahibi olmak: Yüksek bir görevde, bir işte önemli bir aşamada bulunmak."Mevki sahibi olmak için yıllarca çalışıp durdu." Meydana çıkmak: 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetişmek, büyümek, olmak."Korkak herif meydana çık da yüzünü görelim." Meydana gelmek: 1. Olmak, oluşmak, vücut bulmak. 2. Ortaya çıkmak."Olay akşam üzeri meydana geldi diyorlar." Meydanı boş bulmak: Kendisine mâni olacak kimse bulunmadığı için aşırı davranışlarda bulunmak, bir şeyden çekinmemek."Meydanı boş bulan eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başlamışlardı." Meydan okumak: Kavga ya da yarışmaya çağırmak, korkmadığını ve çekinmediğini açıkça bildirmek."Bir an meydan okumayı içinden geçirdi, sonra bundan vazgeçti." Meydan vermemek: Olumsuz bir olay ya da durumun gerçekleşmesine imkân ve zaman vermemek, engel olmak."Onların kavga etmesine sakın meydan vermeyin çocuklar." Mezhebi geniş: Namus konusunda gerekli olan titizliği göstermeyen, kadın-erkek ilişkilerinde dini kaidelere aldırış etmeyen, iffetsizliğe meydan veren, geniş davranan. Mezar kaçkını: Çok zayıf, bitkin, güçsüz düşmüş kişi. Mırın kırın etmek: Bir isteği yerine getirmemek için çeşitli bahaneler ileri sürüp nazlanmak."Mırın kırın etmeyi bırak da yak şu sobayı." Mızıkçılık etmek: Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli bahaneler ileri sürerek bozmaya çalışmak, razı olmamak. Mide bulandırmak: 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2. Kuşkulandırmak."Çekil çabuk karşımdan, midemi bulandırıyorsun!" Midesi bulanmak: 1. Kusacak gibi olmak. 2. İğrenmek, tiksinmek. 3. Kuşkulanmak."Yaptığınız iş, mide bulandırıcı bir işti!" Mideye oturmak: Yenilen bir şeyin sindirim zorluğu vermesi. Mihenk (taşı): Birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt. Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak."Bu ata sözüne bir mim koy, dedi öğretmenim." Minnet etmek: Boyun eğmek, yalvarmak."Ona buna minnet etmeden yaşamak istediğimi biliyorsun değil mi?" Moda olmak: Yaygın duruma gelmek, gözde olmak, beğenilir ve arzu edilir olduğu için yapılır olmak."Saçları kısa kestirmek bu yıl moda oldu." Modası geçmek: Yaygın olmaktan çıkmak, önemini yitirmek."Bu elbisenin modası geçti artık." Mola vermek: Bir süre ara vermek; uzun süren yolculuğun, çalışmanın, yürüyüşün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek."Yarım saat sonra mola verecekler, onlara mola yerinde yetişebiliriz." Muhallebi çocuğu: Nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş, dayanıksız, narin kimse."Senin gibi muhallebi çocuklarıyla iş yapamam ben." Mukabelede bulunmak: Karşılık vermek. Mumla aramak: Çok istek ve özlemle aramak."O anneyi siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksınız." Mum (gibi) olmak: 1. Yaramazlığı, hırçınlığı, uyumsuzluğu bırakıp yola gelmek. 2. Razı olmak."Askerde onun da mum gibi olacağına eminim." Muradına ermek: Dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak."İnşallah muradına erersin kızım." Mümkün mertebe: Olabildiğince, yapabildiği kadar."Zararınızı mümkün mertebe karşılama yoluna gideceğimizden emin olun lütfen." Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra. Mürekkebi kurumadan bozmak: Bir kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından kısa bir süre sonra bozmak. Mürekkep yalamış: Az çok öğrenim görmüş, okuyup yazmış, belli bir kültüre sahip olmuş kimse."Maval okumayı bırakın, biz de mürekkep yalamışlardan sayılırız." Mürüvvetini görmek (anne, baba için): 1. Özellikle evlâdının evlendiğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu görmek. 2. Çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak."Acaba çocuklarımın mürüvvetini görecek miyim?" Müslüman adam: Hak yemeyen, doğruluktan ayrılmayan, İslâm`ın emirlerine uyan kimse."Müslüman adam, başı daima dik olan adamdır." |
|