NECATİGMA = KOLBASTI GENÇLİK
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

NECATİGMA = KOLBASTI GENÇLİK

NECATİGMA = SİTEMİZE HOŞ GELDİNİZ...İYİ VAKİTLER GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE...
 
AnasayfaGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

G

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
ADMİNİSTRATÖR
ADMİNİSTRATÖR
ADMİNİSTRATÖR


Erkek
Yaş : 32 Kayıt tarihi : 25/11/08 Mesaj Sayısı : 746 Nerden : UZAKLARDAN

G Vide
MesajKonu: G G EmptyPerş. Ocak 01, 2009 11:50 am

Gafil avlanmak: Hiç beklenmedik bir sırada yakalanmak, habersiz ve hazırlıksız olduğu sırada zor duruma düşürülmek."Ben gafil avlanacak bir insan değildim ama oldu bir kere."

Gaflet basmak: Uykusu gelmek."Siz konuşurken beni bir gaflet bastı ki hiç sorma, sizin konuştuklarınızı anladım diyemem."

Gam yememek: Kaygılanmamak, tasa etmemek, üzülmemek."Seni bir kez daha gördüm ya, artık gam yemem."

Gani gönüllü: Cömert, eli bol, vermekten kaçınmayan."Gani gönüllü insanlara artık günümüzde pek rastlanmıyor."

Gâvur etmek: Boşuna harcamak, işe yaramaz duruma getirmek, yerinde harcamamak."Onca parayı bu eve verip gâvur etti."

Gâvur inadı: Yok edilemeyen, önüne geçilemeyen, yumuşatılamayan inat."Adamın yine gâvur inadı tuttu, gelmem deyip duruyor."

Gazel okumak: 1. Gazel söylemek. 2. Kandırmak ve oyalamak için boş sözler söylemek."Boşuna gazel okuma, kandıramazsın beni!"

Gece kuşu: Geceleri gezip dolaşan, bunu huy edinen kimse."Bizim oğlan iyice gece kuşu oldu."

Geceyi gündüze katmak: Ara vermeden, devamlı çalışmak; büyük çaba göstermek."Geceyi gündüze katıp çalıştık ve bu evi yaptık."

Geçer akçe: Herkesçe aranılan, beğenilen, değerli (şey)."Elimizdeki tek geçer akçemiz şu arabadır."

Geçimini sağlamak: Yaşamak için gerekli olanı elde etmek."Geçimini sağlamak için hemen her yola başvurdu."

Geçmişini karıştırmak: Birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek.

Geçti Bor`un pazarı (sür eşeğini Niğde`ye): "İş işten geçti artık, fırsatı kaçırdın" anlamında kullanılır.

Gel gelelim: "Fakat, ama, ancak" ve "Ne çare ki.." anlamlarında kullanılır."Gel gelelim onlara, daha teklifimizi kabul etmediler."

Gelip çatmak: Vakti gelmek, kaçınılmaz olmak, çok yakında olmak."Ödeme gününün gelip çatacağını hiç düşünmedin mi?"

Gel keyfim gel: Bir durumdan duyulan memnunluk, işlerin yolunda gitmesi anlatılır.

Gel zaman git zaman: Aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra."Gel zaman git zaman bu ikisi beraberce yaptılar bu evi."

Gemi azıya almak: 1. Söz dinlemez olmak. 2. At, gemi azıları arasına alıp etkisiz bırakarak süvarisinin yönetiminden çıkmak ve kendi istediğince koşmak.

Geniş gönüllü: Heyecan ve telâş göstermeyen, merak etmeyen, olayları hoş karşılayan."Geniş gönüllü olmak benim için o kadar kolay değil."

Geri basmak: Geri geri gitmek."Heyecanlanınca geri basmaya başladı."

Geri çekilmek: 1. Kaçmak, bulunduğu yerden arka arkaya doğru gitmek. 2. Karıştığı bir işi sürdürmekten ya da sürdürenler arasında bulunmaktan vazgeçmek."Düşmanın çokluğu karşısında geri çekilmekten başka çaremiz kalmamıştı."

Geri çevirmek: 1. İade etmek, geldiği yere göndermek, kabul etmemek."Ona aldığım hediyeyi rüşvettir diye geri çevirdi."

Geri durmamak: Bir işe girmekten kaçınmamak, o işe girişmek."Ona bu işi yapmaktan geri durmamasını söyle, sonunda başaracaktır."

Geri hizmet: 1. Ordunun çeşitli gereksinimleri ile ilgili işlerin tümü. 2. Etkinliği ikinci dereceden sayılan, kolay görev."Senin bu savaşta, geri hizmette bulunacağını söylediler bana."

Geri kafalı: Yenilikleri kabul etmeyen, bağnaz, kafası hurafelerle dolu.

Gıcık tutmak: Bir süre boğaz gıcıklanmasına yakalanmak, konuşamamak."Gıcık tuttuğu için konuşmasını yarıda kesmek zorunda kaldı."

Gıcık vermek: 1. Birini kızdırıp sinirlendirmek. 2. Boğazı yakıp kaşındırarak öksürmeye yol açmak."Gıcık veren bu tatlıyı yiyemiyorum."

Gık dememek: Hiç sesini çıkarmamak, yakınmamak, karşı çıkmamak."Bütün hepsi üzerine yürüdü ama o gık demedi."
Gına gelmek: Usanmak, bıkmak."Bu işten gına geldi artık."

Gırla gitmek: 1. Bol bol ortaya dökülüp harcanmak. 2. Uzun sürmek.

Gırtlağına kadar borca girmek: Pek çok, ödenmesi zor olacak şekilde borçlanmak."Nasıl gülerim, gırtlağıma kadar borca girdim."

Gırtlak gırtlağa gelmek: Kıyasıya dövüşmek ya da dövecek hâle gelmek."Komşumla gırtlak gırtlağa gelecektik az kalsın."

Gidiş o gidiş: "Gitti ve kendisinden bir daha haber alınamadı" anlamında kullanılır.

Göbeği çatlamak: Birçok güçlükleri yenmek için çok uğraşmak, pek çok çaba sarf etmek."Onu razı edeceğim diye göbeğim çatladı."

Göbek adı: Yeni doğan çocuğun göbeği kesilirken konulan ad."Senin göbek adın nedir?"

Göğsü kabarmak: İftihar etmek, övünç duymak."Senin başarılarınla göğsüm kabarıyor oğlum."

Göğüs geçirmek: Üzüntülü bir şekilde soluk almak, içini çekmek."Eski hatıraları gözünde canlanınca derin derin göğüs geçirdi."

Göğüs germek: Bir zorluğa dayanmak, karşı koymak."Bu güne birçok zorluklara göğüs gererek geldik."

Göklere çıkarmak: Aşırı ölçüde övmek."Adamı bu basit iş için göklere çıkartıp şımarttıkça şımarttılar."

Gökten zembille mi indi?: "Ona niçin ayrıcalık gösteriliyor?", "Onun ne özelliği var ki ona özel imkânlar tanınıyor?" anlamında kullanılır.

Gölge düşürmek: Bir şeyin önemini ve değerini azaltacak, ününü düşürecek işler yapmak.

Gölge etmek: 1. Işığa engel olmak. 2. Bir işin yapılmasına engel olmaya çalışmak."Gölge etme de şu işi zamanında yapayım."

Gölgesinden korkmak: Çok korkak olmak, en basit işlere bile girmekten korkar olmak."Gölgesinden korkan adamlarla hiçbir işe girilmez."

Gönlü bol: Yeterli imkânlardan mahrum olmasına rağmen eli açık davranan, cömert.

Gönlü kalmak: 1. Gücenmek. 2. İstediği hâlde elde edemediği şey üzerinde isteği devam etmek."Gönlüm o vitrindeki elbisede kaldı."

Gönlü kara: Başkaları hakkında kötü düşünen, onların iyiliğini istemeyen.

Gönülden geçirmek: Bir şeyi yapmayı düşünmek, olmasını istemek, o şeyi düşünür olmak."Ben de o işi yapmayı gönlümden geçirmiştim."

Gönlünden kopmak: Birine iyilik yapma ya da bir şeyi verme isteği, içinde aniden doğuvermek."Gönlünden kopanı vermek kadar güzel bir şey olamaz."

Gönlüne göre: İsteğine uygun olarak, dilediğine göre."Allah gönlüne göre verir inşallah."

Gönlü tok: Fazla para ve mal istemeyen, zorunlu ihtiyacı kadarı ile yetinen, imkânları az da olsa bunu hissettirmeyen, bu durumda dahi cömert olan."Onun kadar gönlü tok bir adam görmedim."

Gönül almak: 1. Sevindirmek, hoşnut ettirmek. 2. Kırılan, gücenen bir kimseyi güzel söz ve davranışlarla yeniden hoşnut etmek."Daha fazla uzatmadan o çocukların gönlünü almalısın."

Gönülden çıkarmak: Anmaz ve sevmez olmak."Onu gönlünden çıkarmışsın anlaşılan."

Gönül eri: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil (kimse)."O ihtiyar adam tam bir gönül eriydi."

Gönül kırmak (yıkmak): Birini çok üzecek, gücendirecek davranışta bulunmak."Gönül kırmakta üstüne yoktur onun."
Gönüllü gönülsüz: Pek de istekli olmayarak.

Gönül okşamak: Birini hoş bir davranış ve sözle sevindirmek."Gönlünü okşamak mı istiyorsun, bir gül uzat ona."
Gönül yapmak: Hoşa giden davranışlarla veya sözle birinin kırgınlığını gidermek.

Görüş açısı: Bir soruna yaklaşma, onu ele alma biçimi."Dar bir görüş açısı ile sorunlar çözümlenemez."
Gövde gösterisi: Belli bir amaç için güçlerini birleştiren kalabalıkların yaptıkları gösteri."...partisi büyük bir gövde gösterisi yaptı."

Göz açamamak: İşlerinin yoğun oluşu sebebiyle başka bir şeyle ilgilenme imkânı bulamamak."Şu büronun işleri yüzünden göz açamıyorum."

Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok çabuk, kısa bir zamanda."O işi göz açıp kapayıncaya kadar yaparız."

Göz açtırmamak: Baskı altında bulundurarak başka bir şeyle uğraşmasına fırsat vermemek."Çalışan işçilere hiç göz açtırmadı."

Göz alıcı: Alımlı; şekli, rengi ve güzelliği ile dikkat çekici."Oldukça göz alıcı bir elbise."

Göz atmak: Kısaca, dikkatli değil de şöyle bir bakıvermek; üzerinde fazla durmadan elden geçirmek."Kütüphaneye şöyle bir göz atıp gitti."

Göz boyamak: Gösterişle aldatmak, bir şeyi iyi gibi göstermek, kandırmak, yanıltmak.

Göz bebeği: Pek değerli, sevgili, çok önem verilen (kimse)."Babam benim göz bebeğimdir."

Gözdağı vermek: Korkutmak, tehdit etmek, istediğini yaptırmak için yıldırmak."Ona öyle bir gözdağı verin ki bir daha buralara ayak basmasın!"

Gözden çıkarmak: Bir malın elinden çıkmasına katlanmak, bir şeyden vazgeçmek ve yokluğuna razı olmak."Evi ister istemez gözden çıkardılar."

Gözden düşmek: Kendisine daha önce duyulan sevgi ve ilgiyi kaybetmek."Eskisi gibi top oynayamayan Ali bir senede gözden düştü."

Gözden geçirmek: 1. Okumak. 2. Durumu incelemek. 3. Niteliğini anlamak için bir şeyin her yanına bakmak."Yapılan işleri gözden geçirdiniz mi?"

Gözden kaybolmak: Ortadan çekilmek, görünmez olmak."Adam biraz önce buradaydı ama gözden kayboldu."

Gözden ırak olan gönülden de ırak olur: "Ayrı düşenlerin arasındaki sevgi de zamanla azalır" anlamında kullanılır.

Gözden kaçmak: Farkına varılmamak, ortadan çekilmek, görülmemek."Nasıl oldu da gözden kaçırdık onu."

Gözde tütmek: Çok özlemek, hasret çekmek."Yıllardan beri gözümde tüten köyüme yarın kavuşuyorum!"

Göz dikmek: Bir şeyi ele geçirmek isteğinde olmak."Komşusunun tarlasına göz dikti."

Göz doldurmak: Hâli, tavrı ve görünüşü ile beklenenden çok etkilemek."Vitrine konan elbiseler göz dolduruyor."

Göze almak: Bir iş nedeniyle karşılaşabileceği her türlü zararı ve tehlikeyi önceden kabullenmek."Vatan için kim ölümü göze almaz ki?"

Göze batmak: 1. Başkalarını aşırı söz ve davranışlarıyla tedirgin etmek. 2. Kıskançlığa, çekememezliğe yol açmak."Her davranışınla gözüme batıyorsun. Kendine bir çeki düzen ver."

Göze çarpmak: Görünüşü ile dikkati üzerine çekmek."O uzun boyuyla hemen göze çarpıyordu."

Göze girmek: Yetenekleri ve davranışları ile çevresinde, bulunduğu yerde sevgi ve güven kazanmak."Kısa zamanda göze girmeyi başardı."

Göze göz, dişe diş: Misilleme; aynı biçimde kötülük yapıp öç alma, kötülüğü yapandan acısını çıkarma."Düşmanla artık göze göz, dişe diş mücadele edilecektir."

Göz gezdirmek: 1. Derinlemesine incelemeden okumak. 2. Bir şeyi, bir yeri pek fazla dikkat etmeden çabucak incelemek."Raftaki mallara şöyle bir göz gezdirip çıkalım."

Göz göre göre: Apaçık şekilde, herkesin gözü önünde."Göz göre göre yaktılar zavallının evini."

Göz gözü görmemek: Dumandan, karanlıktan ya da yoğun tozdan hiçbir şey görülmez olmak."Sokağa çıkmıştık, ancak sisten göz gözü görmüyordu."

Göz hakkı: Görülüp de imrenilen yiyeceklerden görenlere çıkarılan pay, imrenmelerini yok edecek küçük parça."Çocukların göz hakkını ayırmayı da sakın unutmayın."

Göz hapsine almak: Gözetlemek, bir şeyin üzerinden bakışlarını ayırmamak, birinin hiçbir davranışını gözden kaçırmamak."Askerler, kaçak mahkûmun sığındığı evi bir saat kadar göz hapsine aldılar."

Göz kamaştırmak: 1. Hayran bırakmak. 2. Güçlü, parlak bir ışığın kısa bir zaman için görüşü bulandırması, bakılan yeri görmez etmesi."Kapıdan çıkar çıkmaz göz kamaştıran bir ışığın etkisine girip donakaldılar."

Göz kararı: Gözle oranlanarak belirtilen miktar, gözle yapılan ölçme ya da oranlama."Kumaşı göz kararı ölçüp verdi."
Göz kesilmek: Bütün dikkatiyle bakmak."Yoldan geçen adama göz kesildi."

Göz kırpmadan: 1. Hiç duraksayıp çekinmeden. 2. Acımadan, merhamet etmeden."Çocukları göz kırpmadan kurşuna dizdiler."
Göz kırpmak: Karşısındakine göz kapağını açıp kapatarak işaret vermek, bu şekilde meramını anlatmaya çalışmak; bir şeyi onayladığını ya da doğru olmadığını gözünü açıp kapayarak belirtmek."Kalabalık içinde birbirlerine göz kırparak gülümsediler."

Göz kırpmamak: 1. Hiç uyumamak. 2. Tehlikeye aldırmamak."Bu gece hiç göz kırpmadım, hep seni düşündüm."

Göz kulak olmak: 1. Korumak, bakmak, gözetmek. 2. Görme ve işitme yoluyla öğrenmeye çalışmak."Yolda ona göz kulak ol da başına bir şey gelmesin."

Gözleri bulutlanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.

Gözleri dolmak: Ağlayacak gibi olmak, göz pınarlarına yaş yürümek."Hiç beklemediği bir anda beni karşısında görünce gözleri dolu dolu oldu."

Gözleri fal taşı gibi açılmak: Hayret, şaşkınlık ve öfke gibi sebeplerle gözleri iri iri açılmış olmak.

Gözleri fıldır fıldır etmek: Gözleri zekice, çabuk çabuk dönerek her tarafa bakmak.

Gözleri kan çanağına dönmek: Uykusuzluk, ağlama, kızgınlık ya da bir şeyin kaçması sebebiyle gözlerin çok kızarmış olması.
Gözleri kapanmak: 1. Çok uykusu gelmiş olmak. 2. Ölmek."Yemeği yer yemez gözleri kapandı, horlamaya başladı."

Gözlerine inanmamak: Hiç beklemediği bir anda bir şeyi görüp çok şaşırmak, bu sebeple gördüğünün gerçek olduğuna inanmamak."Gözlerime inanamıyorum, sen misin Ahmet?"

Gözlerini (gözünü) kan bürümek: Çok öfkeli, kinli olmak; her kötülüğü yapacak hâle gelmek."Bir adamın gözlerini kan bürümesin, ondan her türlü belâ beklenebilir."

Gözlerinin içi gülmek: Çok sevindiğini gözlerinden ve yüzünden belli etmek."Sınıfını geçtiğini öğrenen Halim`in gözlerinin içi gülüyordu."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://super.team-talk.net

G

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
NECATİGMA = KOLBASTI GENÇLİK :: KARMA KARIŞIK :: ATA SÖZLERİ, ÖZLÜ SÖZLER, DEYİMLER -
Yetkinforum.com | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Cookies | Son tartışmalar